SUNUM 5: Merhabalar...
Sizlerle, yasal korumasını yaptırmış olduğum “Şehitlik Caddesi” adlı şiirimi
paylaşmak istiyorum:
ŞEHİTLİK
CADDESİ
Paşabahçe'de bir cadde; bir yanı mezarlık, adı
Şehitlik Caddesi…
Dondurma arabası görünürken köşesinden, hem de
üç tekerlekli;
"Dondurmam kaymak! Bitiyor be,
vişne-sade!" diye bağırırdı, sahibi.
Kirli-terli parmaklı ve şıkırdaklı plastik
ayakkabılarımla;
Heyecanla koşardım evime, mavi-askılı kısa
pantolonumla;
Eli Benli, Burnu Benli, Boynu Benli Annem’den
isterdim; bir dondurma…
Gerçek aşkı da ilk defa gördüm, orada; Altın
Dişli Fatma Abla’da…
Mehmet’ini sayıklayarak ve bilerek öldü, loğusa
yatağında;
Mezarlık yokuşunda, her zamanki akordiyon sesi; duyulduğunda.
İyem tablolarındaki gibi iri-mahzun gözlü Emine
ve Güler;
Evimizin önündeki dut ağacına çıkar, oynardık;
hep beraber.
Bazen de değiştirerek okurduk; Teksas, Tom Miks
ve resimli dergiler.
Sene bin dokuz yüz altmış, Rahmetli Baba’mın
tutundum bir paçasına;
Teslim etti beni, Paşabahçe’de; Öğretmen
Remziye Zeytinkaya’ya.
Ter bastı, burnum da akar gibi oldu; öğretmenin
ana kucağında...
Kalın cam gözlük, siyah kolluklu Numan
Öğretmenim; üçüncü sınıfta,
Ağzından tükürük sıçratarak anlatırdı dersi,
pek de heyecanla…
Tahtaya kalktığımda tebeşir tozları dolardı,
ağzıma-burnuma.
Mahalleden de komşuydu, çatık kaşlı sınıf
arkadaşım Mine Tekgöz;
Onun için yanına gidip, konuşamazdım aklıma
gelen; birkaç söz!
Sınıf birincimiz Fikret söylerdi; Pol Anka,
Elvis ve Selçuk Alagöz…
Okul çeşmesinden ağzımı dayayıp içerdim, simit kokulu
suyu.
Sınıf başkanımız Mehmet Kadırga’nın abi duruşu,
pek bir gururlu;
Bir kere de ayırmıştı Orhan’la olan, nadir
kavgalı durumumu…
Mahallemizin arka bahçesinde: Çayır-çimen,
tepesi de koruluk;
Üstümüz-başımız yeşilleninceye kadar, top
peşinde koştururduk.
Çimen kokusu karışık-mutlu, dizler yaralı; ter
içinde olurduk.
Komşumuz İtfaiyeci Rahmetli İbrahim Amca “Oku!”
derdi, bana;
Eşi Sıdıka Teyze’nin reçelleri, tadı gitmez; hala damağımda.
Ahşap kapımızın yağsız-pirinç kolunun
gıcırtısı, hep kulağımda…
Bebekken, Ana’cığım süt işi yaptığında; ilgi
bekler ağlarmışım;
Boş yere sararmış sırtına, sıcak kucağını
ister; hiç durmazmışım.
Koca kafalı, oldukça kısa boylu; hisli ve uslu
bir çocukmuşum.
Elli kiloluk güğümleri, kuyuya salardı Anam;
süt kesilmesin.
Eli-ayakları öpülesi, Allah sana sağlıklı
ömürler versin.
Süt ve yoğurt işine rağmen; “Bu e vde, temizlik
meleği mi var?”, dersin.
Lambalı Aga radyomuzda istasyonlar arardı, Mavi
Gözlü Babam;
Orhan Boran’la Yuki, Vedat Demirci’den de çocuk
saati; hiç bıkmam.
Jülide Gülizar’lı haberlerle kaptım, güzel
Türkçemiz'i; unutmam…
Geçenlerde ziyaret ettim; doğup-büyüdüğüm, bu
güzel toprakları:
Şehitlik Caddesi daralmış; bağrına saplamış,
çıkmaz sokaklarını!
Zaten koru-çayır da kalmamış; sadece soru
işareti ormanı! Hasan ER
Açıklama: Doğmuş olduğum ve çocukluğumun ilk 10 yılını yaşadığım Paşabahçe’yi,
Şehitlik Caddesi’ni anlatıyorum, bu şiirimde.
Geriye
dönüp baktığımda; toprağımın insanlarıyla iç içe geçmiş, unutmadığım bu anılar,
zihnimi hep dürtüyor. İnsan olmanın, duygudaşlığın, paylaşmanın, doğa ve eşya
ile bütünleşmenin önemini hatırlatıyor; hep bana…
Tekrar
görüşmek üzere, iyi günler dilerim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder