23 Şubat 2019 Cumartesi

SUNUM 13: HAK


SUNUM 13: Merhabalar... “Hak” adlı şiirimin yasal korumaları yaptırılmıştır.
 
 
 
/HAK
 
Konar-göçer zerre oldum, âlemlerde;
Aşk önümde, ince yollar göstermede…
Baktım, Dünya kapısından içeriye;
Âşık gönül çarptı: “Hak ki haktır” diye…
 
Kıble birdir, amma çoğu yanlış yerde;
Şaşkın kullar, teslim olmuş; şakilere…
Akıl-vicdan, gitmiş-oynar körebede;
Âşık gönül çarptı: “Hak ki haktır” diye…
 
Her bir nesne gördüm, hepsi vazifede;
Aksatmadı hiç, hizmet-ürün vermede…
İnsan olan utandı, taş-toprak yerden;
   Âşık gönül çarptı: “Hak ki haktır” diye…    
                                                                                                                                                                                                                                                                                                                    Hasan ER/
 
 
 
Tekrar görüşmek üzere…
                  
                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                            
 

19 Şubat 2019 Salı

SUNUM 12: ÇAKIL TAŞLARI, BOŞ VER


SUNUM 12: Merhabalar... “Çakıl Taşları” ve “Boş Ver” adlı şiirlerimin yasal korumaları yaptırılmıştır.
 
 
/ÇAKIL TAŞLARI
 
Çıkmaz sokağa hapsedilmiş, çakıl taşlarıyız biz;
Yere sağlam basarız ve rüzgârlara savrulmayız.
Aslına sadık, sadece biraz kırık taşlarız biz...
 
Pisliklerini atsalar da hiç leke tutmayız biz;
Rahmet yağar üstümüze, hep onurla arınırız;
Pırıl-pırıl ve billur, asil çakıl taşlarıyız biz...
 
Bir'liği zikrederiz, bağımsızlık hep düsturumuz;
Ne kadar yosun tutsak da ansızın fırlar-taşlarız;
Şerefine düşkün, biraz kırık-asil taşlarız biz...
                                                                                                                             
                                                                                       Hasan ER/
-------------------------------------------------------------------------------------------
 

/BOŞ VER
“Hışt !” dedi düşümde, koru yaprakları;
Gözlerim kıynaşık, dinledim onları…
“Hışt-hışt boş ver !” dedi, tekrar canlandırdı;
Cılız kalmış-kurumuş fidanlarımı
Ve öksüz-yetim kalmış sevinçlerimi…
 
Düşümde gördüm gölgemi, “boş ver !” dedi.
Gündüz vakti dertleştim, döktüm içimi;
Önce kısa, sonra uzun sözler etti…                    
Uyku vakti; usulca zihnimde gezdi
    Ve tüm evrenle de bütünleşti, sanki…        
 
                                                                                       Hasan ER/
Kıynaşık: Hafifçe aralık.


Tekrar görüşmek üzere...
 
 
 
                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                    
 

11 Şubat 2019 Pazartesi

SUNUM 11: KIRIK BEBEKLER, BEYNİMİN ÇÖPLÜĞÜ 2, BARIŞIK OLMAK












SUNUM 11: Merhabalar... “Kırık Bebekler” ile “Beynimin Çöplüğü 2” adlı şiirlerimin ve konu bağlantısı olan “Barışık Olmak” adlı deneme yazımın yasal korumaları yaptırılmıştır.


 


/ KIRIK BEBEKLER


 


Kırık bebeklerin ülkesi, burası.


Her bir yanı ısırık, biraz da ıslak

Oyuncak da olsalar, kalpleri kırık;

Kol-bacak eksik, saçın telleri kopuk

 

Kırık bebeklerin ülkesi, burası.

Egolar darp etmiş, evin Babasını;

O da baston yapmış, evin Anasını.

Garip Kadın, hırpalamış evladını…

 

Kırık bebeklerin ülkesi, burası.

Yanlış-eksik eğitim, sorgulatmadı…

Göremedi kök sebebi, hep yanıldı;

Sömürüldü, nedenini bulamadı...

 

Kırık bebeklerin ülkesi, burası.

Doğanın dengesi durmadı, çalıştı…

Zalimlerin çarkları; dönüp-dolaşıp

Çocukların dünyasını, parçaladı…
                                                                                                                                                                                                                             Hasan ER /

-------------------------------------------------------------------------------------------

                                

                          …/BEYNİMİN ÇÖPLÜĞÜ 2                                      

 
Gücü yeten, güçsüzü yapıyor “ego vanacısı”;

Zalim amir çalışanını, kocası karısını;

Bitmiyor bu kısır döngü, çocuk da oyuncağını…

Dayanamadım kokulara, gittim gerçek çöplüğe:

Gördüm, teli kopuk-kırık kemanı; arar yayını;

Bulmadı hiçbir yerde, sahibinin sıcaklığını;

Dinledim her yerinde ayrı, mazi notalarını…

Kırık topaçta, yırtık uçurtmada; ağlamaları,

Isırılmış oyuncak bebekte; umutsuz çığlığı…

Islak gazetede okudum: At kaybetmiş tayını,

Günlerce tutamamış o at, ana gözyaşlarını;

Yavrusunun özlemiyle, sonlandırmış hayatını…

Beynimin çöplüğü getirdi, beni gerçek çöplüğe;

Meczup dediler adıma, almadılar içlerine…

Er arar; duygu-düşünce dolu insanlık nerede?

Artık robotlar var, bu abidik-gubidik âlemde;

Etiketler makbul olmuş, tuzağa düşmüş düzende…

Çöplük bunun neresinde? Çöplük bunun neresinde?
                                                                                                                                                             
                                                                        Hasan ER/…
 

 

Barışık Olmak


  Almış olduğu öğretim diplomalarıyla üst beyni şişirilen ülkem insanı; almış olduğu yanlış ve eksik eğitimler sonucu alt beyni daralınca; doğal olarak çatışmacı insanlara dönüşür.


Bilinçaltı dediğimiz zar altında kalan ve alt beyin denilen hacim, öyle daralır ki etrafıyla kavgacı hatta hiç kimseyi bulamasa bile kendisiyle kavgacı hale gelir. Tıpkı yüksek katlı ama temeli düşük (yetersiz) binalar gibi. Almış olduğu öğretimlerle her katı ayrı bir diploma gibi ama her an ha yıkıldı, ha yıkılacak… Tıpkı freni patlamış otomobil gibi; karşısına çıkacaklara çarpacak…


Alınan öğretimler, binanın görünen katları ve zor olan eğitim de dışarıdan gözükmeyen temeli gibidir. Demek ki dış görünüşe ve ilk izlenimlere aldanmamak lâzımdır. Zaten İslâmiyet’te bir söz vardır: Her gördüğünü Hızır bil, her gününü Kadir bil… Anadolu’da herhangi bir köye gidin; öz-eğitimli köylü dayı ve teyzenin hiç diploması yoktur veya bir diploması vardır; ama genellikle alt beyni geniş olduğu için kendisiyle ve çevresiyle barışıktır. Ve evlâtlarını, yumuşak sesiyle “Ak oğlum!.. Gül kızım” diye çağırır. Bu köylü dayı-teyze, bir katlı ama oldukça derin temeli olan bina gibidir. Kendi kendilerini, Anadolu’ya has bir şekilde(gelenek-görenekleri yardımıyla) sorgulayıcı hale getirerek; öz-eğitimlerini geliştirmişlerdir.


Buradan, öğretimi kötülemek gibi bir amacım yok. Eğitimin önemini vurgulamak istiyorum. Görünen katları istediğiniz kadar konforla donatın, temel yetersiz kalınca; o yapı, hem kendisi hem de etrafı için tehlikelidir.


Öğretim tabi ki önemlidir. Fakat lüzumsuz detaylar, öğretimin amacını ve başarısını yok eder. Burada da eğitim devreye girer; her detay başarıya götürmez. İyi eğitim; başarıya götüren detayları gösterir, zor detaylarda da hissettirir.


Yukarıdaki şiirimde, anlattığım gibi eğitimsiz insan; olayların ancak son sebebini görür; asıl olan kök sebepleri göremez. Örneğin, otobüste ayağına kazara basanla; özür dilense bile hemen kavga eder. Oysa, kavgacı hale gelmiş olmasına sebep olan olayların sorgulamasını yapmış olsaydı; kendisini, toplumunu, eşyayı, doğayı yeteri kadar irdelemiş ve tanımış olsaydı; bu kötü durumlara düşmezdi. Olumsuzluklar içinde debeleneceğine, toplumu için artı değerler üreten eğitimli bir fert olurdu.


Evrende süregelen travma (darbe) durumu; sosyal hayatta da geçerlidir. Ve insanlar, ruhsal darbelere maruz kalabilir. Şiirimde; patronundan zılgıt yiyen bir çalışanın gücünün, ancak karısına ve çocuğuna yettiğini anlatmak istedim. Devamında, kocasından ruhsal-fiziksel darbe alan kadın da gücünün yetebileceği tek yere; evlâdına patlar. Yetmedi; tüm ruhsal ve fiziksel travmalar, çocuklara sirayet eder. Ondan da oyuncaklarına…


Teraziler silsilesi; fizik evrende olduğu gibi sosyal hayatımızda da her noktada vardır, hem de iç içe geçmiş vaziyette…


İşin başında, o patron işçisine baktığı zaman; onu malı gibi görmeseydi ve ona baktığı zaman sadece onu görmeyip çoluk çocuğunu da görebilseydi; bunlar olmazdı. O baba, eşine-çocuğuna baktığında; malı gibi görmeyip onları kutsal bir emanet olarak kabul etseydi; bu acı olaylar hiç olmazdı.


Evrenin tüm zerrelerindeki sevgi ve şefkat akışlarını; ancak almış olduğumuz eğitim oranında; sosyal hayatlarımıza ve yaşantımıza aktarabiliriz.


                                                                                                                                           Hasan ER

























 


5 Şubat 2019 Salı

SUNUM 10:BEYNİMİN ÇÖPLÜĞÜ 1, ÖNEMLİ OLAN NEDİR ?






SUNUM 10: Merhabalar... “Beynimin Çöplüğü” adlı; destanımsı ve uzun şiirimin, bugünkü konuya göre seçmiş olduğum bir kıtasını; “Beynimin Çöplüğü 1” adıyla aşağıda sizlere sunuyorum. Bu şiirimin ve konu bağlantısı olan “Önemli Olan Nedir ?” adlı deneme yazımın yasal korumaları yaptırılmıştır.



…/BEYNİMİN ÇÖPLÜĞÜ 1


"Malımı bilmez miyim, hiç !.." diyen, ana ve babalar;


Güya sahip çıkarken, ruhsuz-eşya gibi gördüler,


Rabbin rahmetinden uzak, çocuklara zulmettiler.


 


İnsanların çoğu, birbirine malı gibi baktı;

Sahip çıkacağına, yanıldı ve hepten yanılttı;   

Başta çocuklarınınki, birçok hayatı kararttı.

                     Çöplük bunun neresinde? Çöplük bunun neresinde?    

                                                                                        Hasan ER/…

 

 

Önemli Olan Nedir ?

 
Gördüğüm kadarıyla halkımızın en az üçte ikisi, sahip çıkıyorum sanısıyla; başta kendi çocukları olmak üzere, birbirlerini malları gibi görüyorlar… Anne-baba olarak; çocuklarının yeteneklerini göz ardı ederek; gidecekleri okulları ve meslekleri kendileri seçiyorlar… Çocukları istemese de kendi istedikleri insanlarla, aşklarına saygı duymaksızın; zorla evlendiriyorlar. Bu örnekler çoğaltılabilir. Çocuklarına, hayatlarının her safhasında müdahale ediyorlar. Halbuki anne-babalar, hayat tecrübelerini de aktarıp dayatma yapmadan; hangi konuda olursa olsun, çocuklarına yalnızca önerilerde bulunabilirler. İnsanların çoğu maalesef yanlış ve eksik eğitimli olduğu için bu yanılgıya, çoğu zaman düşüp; evlâtlarının, kendilerine verilen en önemli ve en kutsal emanet olduğunu göremiyorlar.  İstatistiklere göre; ortalama eğitim seviyesinin, ilkokul dördüncü sınıf düzeyinde kaldığı bir ülkede yaşıyoruz.

Anne-babaların çoğu, sadece para kazanma yönünü düşünüp evlâtlarının; doktor, mühendis, avukat v.b. mesleklerden birisini seçmesini isterler. Öğretmen, sosyolog, felsefeci, antropolog, arkeolog, sanatçı olmalarını, az kazançlı olacağı için hiç istemezler. Ama bu meslekler, insan eksenli olup daha önemlidir. Bir işyerinin ideal yönetimi; ancak ve ancak insan eksenli bilimlere sahip yöneticiler tarafından sağlanabilir.  Ama tabi ki bir doktor veya mühendis; sosyoloji, felsefe ve psikoloji bilgilerini ne kadar çok edinirse; o kadar iyi idareci olacaktır. Üniversite giriş sınavındaki puanlar; insan eksenli bölümlerde, diğer bölümlere göre çok daha azdır ve bu durum, dünya ülkeleri arasında az gelişmiş ülkeler kategorisine girdiğimizin bir başka göstergesidir. Ayrıca ileri ülkeler kendi tasniflerinde, alay eder gibi bizim gibilere “gelişmekte olan ülkeler!” diyorlar.  

Şimdilerde, neredeyse her mahalleye üniversiteler kuruldu, haddinden fazla mezunlar piyasaya çıktı. Neredeyse, lise mezunundan daha çok üniversite mezunumuz var ve çoğu işsiz...

İş yerlerinde,  çoğu zaman işverenler, çalışanlarını bir robot-makine, bir eşya gibi görüp "Ben senin sahibinim!" der gibi davranıyorlar. Trafikte insanlar, genelde birbirlerini; ezecekleri, her zaman önüne geçecekleri bir eşya gibi görüp adeta "Ben kimim, biliyor musun?" tavrına giriyorlar. Bilinçsiz öğretmenler de öğrencilerini evlâtları gibi göreceklerine, "Sahip!" gibi davranıyorlar.

Ülkemizdeki akrabalık ilişkilerine bir bakın! Yarısından çoğunun akrabalık ilişkileri bozuk. Çünkü alınan eğitim; hem eksik, hem de yanlış… Bilinçaltlarına uzanan bu hatalar; akrabalık ilişkilerinde de insanların, birbirlerini malı-eşyası gibi görmelerine neden oluyor. Bu tavırlar evrene, doğaya ve insana aykırıdır.

Üç çeşit bilgilenme söz konusudur: Bilgisiz insan; bilmediğini biliyorsa, fazla tehlikeli değildir ve iyi bir başlangıç yapabilir. Bilgili insan; eğer içtense ve sömürmüyorsa şüphesiz faydalıdır ama aksi halde ne kadar bilgili olursa olsun, tehlikelidir. Yarım bilgili insan ise en tehlikeli olanıdır.

Sonuç olarak, hedef; bilmeyi sevmek veya sevmeyi bilmek olmalıdır ki bu da felsefenin  başka bir tarifidir.

Tekrar görüşmek üzere, iyi günler dilerim.
                                                                                                      Hasan ER




  
                                                                                                                                                                                                                             


                                                                                                                                                                                                                                        



3 Şubat 2019 Pazar

SUNUM 9 : DOĞA SENFONİSİ, DOĞA ve AŞK


SUNUM 9: Merhabalar... Bugün sizlerle, yasal korumasını yaptırmış olduğum “Doğa Senfonisi” adlı şiirimi ve bu konuyla ilgili olarak “Doğa ve Aşk” konulu deneme yazımı, paylaşmak istiyorum:

DOĞA SENFONİSİ

Havada bir gerginlik, bir sıkıntı... Yağmur yağamadı bir türlü,
Doğurması geciken, acıyla kıvranan bir kadın görüntüsü...
Ağaçların kolları yukarda, eldivenleri takmış gönüllü,
Her biri ameliyata hazır; doktor ve hemşire görünümlü...

Aniden bastırdı; yağmurla karışık, iri dolu taneleri.
Çatıdan gelen; piyanonun tuşu, bazen de olmuş gitar teli.
Çakan şimşek ve yıldırımlar; sahne ışıklarının bin bir hali;
Zerrelere notalarla kazınmış, Gözükmeyen Şef'le bageti...

Ağaç dallarından vibrafon olmuş ve yapraklarda ıslık sesi;
Gök gürültüsü de bas davullarla karışık, zillerin ses rengi...
Rüzgârla bir alçalıp bir yükseldi, doğanın senfonik şiirleri;
Sabaha kadar telaşlı-sancılı-öfkeli sürdü melodisi...

Nihayet yeni bir gün doğdu, önce ağlama sonra gülme sesi;
    Gökkuşağı mükemmel boyamış ve almış doğadaki yerini...             
Er sorar; acaba ne olmalıdır, insanın sahnedeki yeri?
                                                                              Hasan ER

                                                                                                                                 
 Doğa ve Aşk


Almış olduğu eğitim, insanın; doğada ve sosyal hayatta, hangi koşullarda nasıl davranacağını belirler. Doğa ve sosyal hayat, benzeşim gösterirler. Doğa tümüyle canlıdır. Her canlıya olduğu gibi doğaya da saygı duyulmalıdır. Ancak her şeyden önce tanımak, bilmek gerekir. Ne kadar tanırsak, o seviyede saygı duyarız.
Hayatta hiçbir şey, basit değildir. Doğanın ömrünü sağlıklı olarak uzatacak, ne kadar çok davranışlarda bulunacak olursak; sadece dünyadaki yaşamı değil, inanın evrendeki sonlanmayı da o oranda geciktirmiş oluruz. İşte bir insanın özümsediği eğitim seviyesi, ne kadar yüksek olursa; diğer insanlara ve doğaya, o oranda doğru davranışlar içinde bulunup saygı gösterir. Çünkü diğer insanlara öngörülü davranıp empati duyar.
İşverenler, çalışanlarına baktıkları zaman, sadece onu değil; ailesini de görür gibi olur ve ona göre davranış içinde bulunup korumacı davranırlar. Çalışanlar işyerlerini; kendi işyerleri gibi görüp hep özverili çalışırlar ve emeklerini, evlâtları gibi görürler. Okulda öğretmenler; öğrencilerine baktıkları zaman, kendi evlâtlarını görüyormuş gibi olurlar.
Öyle bir hassaslık kazanır ki insan; doğaya rastgele çöplerini atmaz, önüne gelen yerlere tükürmez bile… Örnekler çoğaltılabilir. Bilir ki; bir kedi ve köpek, onu saygın bir kedi ve köpek gibi algılar. Ağaç ve bitkiler; onu, yürüyen saygın bir ağaç ve bitki gibi algılar. Bir göl; onu, saygın ve yürüyen bir su kitlesi olarak algılar…   
Olayı matematiksel yönden de inceleyecek olursak; eğitim seviyesi ne kadar yüksek olursa, genel menfaat de o kadar yüksek olur. Bireysel menfaat; başlangıçta düşük gözükse bile ileriye dönük olarak; zaman içinde olumlu olayların art arda gelişmesiyle, yükselecektir. 
Doğanın ve evrenin her bir zerresinde; bizim göremediğimiz aşklar vardır. Bizim duyamadığımız, müzik notaları vardır. Yine göremediğimiz şiirler, danslar vardır. Bu devinimleri bizler, göremeyiz ve duyamayız. Ancak ve ancak edinmiş olduğumuz eğitimlerin seviyesine bağlı olarak, hissedebiliriz. Ve zaman zaman, bunu; şimşek, yıldırım, yağmur yağışı, gezegenlerin cezbelerine (çekimlerine) bağlı olarak hem kendi etraflarında hem de yörüngelerindeki dönüşleri gibi nice örneklerle izleriz. 
Gerçek bilim insanları; karmaşık doğa olaylarını, basite indirgeyerek bize gösterirler ve faydalı hale getirirler. 
Ama hiçbir şey gözüktüğü gibi basit değildir ve bu noktada yani hissetme noktasında ise, sanatçılar;  olaylara ayna tutarak, bize indirgerler. Bizlere, bu aşkları; şiir, müzik, dans v.b. faaliyetleriyle sunarlar.        
Tekrar görüşmek üzere, iyi günler dilerim...
  Hasan ER

Sözlük:
- Senfoni: Orkestra için bestelenmiş, birkaç bölümden oluşan uzun müzik eseri.                                 
- Vibrafon: Maden veya tahta çubukların üstüne tokmakla vurularak çalınan, her bir çubuğun altında bulunan borunun içindeki havanın, elektronik araçla
titreştirilmesi ile elde edilen tınıya sahip çalgı.
- Baget: Orkestra şeflerinin, orkestrayı yönetmekte kullandığı ince değnek.
- Zil: Birbirine çarparak ses çıkartmak için parmaklara veya tefin kasnağındaki deliklere takılan yuvarlak, metal çalgı.  
- Empati: Duygudaşlık.  
- Devinim: Hareket.
- Cezbe: Çekim.