SUNUM 11: Merhabalar... “Kırık Bebekler” ile “Beynimin Çöplüğü 2” adlı şiirlerimin ve
konu bağlantısı olan “Barışık Olmak” adlı deneme yazımın yasal korumaları
yaptırılmıştır.
/ KIRIK BEBEKLER
Kırık bebeklerin ülkesi, burası.
Her bir yanı ısırık, biraz da ıslak…
Oyuncak da olsalar, kalpleri kırık;
Kol-bacak eksik, saçın telleri
kopuk…
Kırık bebeklerin ülkesi, burası.
Egolar darp etmiş, evin Babasını;
O da baston yapmış, evin Anasını.
Garip Kadın, hırpalamış evladını…
Kırık bebeklerin ülkesi, burası.
Yanlış-eksik eğitim, sorgulatmadı…
Göremedi kök sebebi,
hep yanıldı;
Sömürüldü, nedenini bulamadı...
Kırık bebeklerin ülkesi, burası.
Doğanın dengesi durmadı, çalıştı…
Zalimlerin çarkları; dönüp-dolaşıp
Çocukların dünyasını, parçaladı…
Hasan ER /
-------------------------------------------------------------------------------------------
…/BEYNİMİN ÇÖPLÜĞÜ 2
Gücü
yeten, güçsüzü yapıyor “ego vanacısı”;
Zalim
amir çalışanını, kocası karısını;
Bitmiyor
bu kısır döngü, çocuk da oyuncağını…
Dayanamadım
kokulara, gittim gerçek çöplüğe:
Gördüm,
teli kopuk-kırık kemanı; arar yayını;
Bulmadı
hiçbir yerde, sahibinin sıcaklığını;
Dinledim
her yerinde ayrı, mazi notalarını…
Kırık
topaçta, yırtık uçurtmada; ağlamaları,
Isırılmış
oyuncak bebekte; umutsuz çığlığı…
Islak
gazetede okudum: At kaybetmiş tayını,
Günlerce
tutamamış o at, ana gözyaşlarını;
Yavrusunun
özlemiyle, sonlandırmış hayatını…
Beynimin
çöplüğü getirdi, beni gerçek çöplüğe;
Meczup
dediler adıma, almadılar içlerine…
Er
arar; duygu-düşünce dolu insanlık nerede?
Artık
robotlar var, bu abidik-gubidik âlemde;
Etiketler
makbul olmuş, tuzağa düşmüş düzende…
Çöplük
bunun neresinde? Çöplük bunun neresinde?
Barışık Olmak
Almış olduğu öğretim diplomalarıyla üst beyni şişirilen ülkem insanı; almış olduğu yanlış ve eksik eğitimler sonucu alt beyni daralınca; doğal olarak çatışmacı insanlara dönüşür.
Bilinçaltı
dediğimiz zar altında kalan ve alt beyin denilen hacim, öyle daralır ki
etrafıyla kavgacı hatta hiç kimseyi bulamasa bile kendisiyle kavgacı hale gelir.
Tıpkı yüksek katlı ama temeli düşük (yetersiz) binalar gibi. Almış olduğu
öğretimlerle her katı ayrı bir diploma gibi ama her an ha yıkıldı, ha
yıkılacak… Tıpkı freni patlamış otomobil gibi; karşısına çıkacaklara çarpacak…
Alınan
öğretimler, binanın görünen katları ve zor olan eğitim de dışarıdan gözükmeyen
temeli gibidir. Demek ki dış görünüşe ve ilk izlenimlere aldanmamak lâzımdır.
Zaten İslâmiyet’te bir söz vardır: Her gördüğünü Hızır bil, her gününü Kadir
bil… Anadolu’da herhangi bir köye gidin; öz-eğitimli köylü dayı ve teyzenin hiç
diploması yoktur veya bir diploması vardır; ama genellikle alt beyni geniş
olduğu için kendisiyle ve çevresiyle barışıktır. Ve evlâtlarını, yumuşak
sesiyle “Ak oğlum!.. Gül kızım” diye çağırır. Bu köylü dayı-teyze, bir katlı
ama oldukça derin temeli olan bina gibidir. Kendi kendilerini, Anadolu’ya has
bir şekilde(gelenek-görenekleri yardımıyla) sorgulayıcı hale getirerek;
öz-eğitimlerini geliştirmişlerdir.
Buradan, öğretimi kötülemek gibi bir amacım yok. Eğitimin önemini
vurgulamak istiyorum. Görünen katları istediğiniz kadar konforla donatın, temel
yetersiz kalınca; o yapı, hem kendisi hem de etrafı için tehlikelidir.
Öğretim tabi
ki önemlidir. Fakat lüzumsuz detaylar, öğretimin amacını ve başarısını yok
eder. Burada da eğitim devreye girer; her detay başarıya götürmez. İyi eğitim;
başarıya götüren detayları gösterir, zor detaylarda da hissettirir.
Yukarıdaki
şiirimde, anlattığım gibi eğitimsiz insan; olayların ancak son sebebini görür;
asıl olan kök sebepleri göremez. Örneğin, otobüste ayağına kazara basanla; özür
dilense bile hemen kavga eder. Oysa, kavgacı hale gelmiş olmasına sebep olan
olayların sorgulamasını yapmış olsaydı; kendisini, toplumunu, eşyayı, doğayı
yeteri kadar irdelemiş ve tanımış olsaydı; bu kötü durumlara düşmezdi.
Olumsuzluklar içinde debeleneceğine, toplumu için artı değerler üreten eğitimli
bir fert olurdu.
Evrende
süregelen travma (darbe) durumu; sosyal hayatta da geçerlidir. Ve insanlar,
ruhsal darbelere maruz kalabilir. Şiirimde; patronundan zılgıt yiyen bir
çalışanın gücünün, ancak karısına ve çocuğuna yettiğini anlatmak istedim.
Devamında, kocasından ruhsal-fiziksel darbe alan kadın da gücünün yetebileceği
tek yere; evlâdına patlar. Yetmedi; tüm ruhsal ve fiziksel travmalar, çocuklara
sirayet eder. Ondan da oyuncaklarına…
Teraziler
silsilesi; fizik evrende olduğu gibi sosyal hayatımızda da her noktada vardır,
hem de iç içe geçmiş vaziyette…
İşin
başında, o patron işçisine baktığı zaman; onu malı gibi görmeseydi ve ona
baktığı zaman sadece onu görmeyip çoluk çocuğunu da görebilseydi; bunlar
olmazdı. O baba, eşine-çocuğuna baktığında; malı gibi görmeyip onları kutsal
bir emanet olarak kabul etseydi; bu acı olaylar hiç olmazdı.
Evrenin tüm
zerrelerindeki sevgi ve şefkat akışlarını; ancak almış olduğumuz eğitim
oranında; sosyal hayatlarımıza ve yaşantımıza aktarabiliriz.
Hasan ER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder